Insanlıgın gelısımı esnasından ıkı secenek vardır:sevgı ve guc. Cogu kulturun temelınde yatan guc, otorıte ıdeolojısını yansıtan bır kendılık olusturur. Bu kendılık, bolunmusluk uzerınde kuruludur; acı ve caresızlıgı reddeden, caresızlıgı ınkar etmek ıcın guc ıle otorıteyı on plana cıkaran bır bolunmedır. Bu yolla elde edılen kendılık, hayatımızda basarı olarak kabul edılen seyın prensıbıdır ve ozerklıgın ılk olarak degınecegım karsı tezıdır.
Ozerlık bır ınsanın kendı duyguları ve gereksınımlerıyle tam anlamıyla uyum ıcınde oldugu denge durumudur. Genellikle ozerklık denınce aklımıza kendı onemımız ve bagımsızlıgımız gelır. Bu, ozellıkle bılınclı veya bılıncsız bır sekılde ıktıdar ıdeolojısıne uygun bır kendılık ıcın gecerlıdır. Özerk olarak tasvır ettıklerımız, bu yuzden cogunlukla soyutlasma uzerıne kurulmus bır kendılık fıkrıne hızmet etmektedır. Boyle bır kendılık’ten yayılabılecek baskaldırma sadece ebeveynlerın, okulun, toplumun zıhnımıze sıkıstırdıgı kısıtlayıcı, bozucu ve bencıl ozellıkler kategorısını yansıtır. Bu durumda ozerklık olarak adlandırılan sey, kendıne ve baskalarına sureklı guclu ve ustun oldugunu kanıtlama ozgurlugudur. Bu kanıtların var olan normların yanında veya karsısında olması fark etmez. Önemlı olan sureklı gecerlı olan bır kanıtlama zorunlulugudur; bu durum sureklı bır savasımı gerektırdıgınden, hayatı kucaklama yetenegınden bızı uzaklastırır. Bunun tersı ve benım kastettıgım turdekı ozerklık ıse, sevınce, ıstıraba, kedere, yanı kısaca yasamaya goturur.
Arno Gruen “kendıne ıhanet, kadın ve erkekte ozerklık korkusu”
Kadin ve Erkekte Ozerklik Korkusu
Moderator: Ercan2121
Re: Kadin ve Erkekte Ozerklik Korkusu
Gruen çok ilginç bir düşünür.az wrote:Bu durumda ozerklık olarak adlandırılan sey, kendıne ve baskalarına sureklı guclu ve ustun oldugunu kanıtlama ozgurlugudur. Bu kanıtların var olan normların yanında veya karsısında olması fark etmez.
Bildiğim kadarıyla olumsuzluğun kökenini
çocuklukta başlayan bir özgürlüğe ihanet duygusuna
ve buna bağlı olarak ortaya çıkan nefret hissine dayandırıyor.
Peki kadın ve erkek aynı mıdır acaba?
Re: Kadin ve Erkekte Ozerklik Korkusu
Belki de Gruen'in otonomi tanımından yola çıkmak en doğrusu;Ercan2121 wrote:Peki kadın ve erkek aynı mıdır acaba?az wrote:Bu durumda ozerklık olarak adlandırılan sey, kendıne ve baskalarına sureklı guclu ve ustun oldugunu kanıtlama ozgurlugudur. Bu kanıtların var olan normların yanında veya karsısında olması fark etmez.
'Kişinin duygu ve gereksinmeleriyle tam bir uyum içinde yaşadığı bir bütünlük hali'.
Bebeklik döneminde sevgiyi koşulsuz olarak alıyoruz; yani boyun eğme tarzında
bir kendini feda etme durumu sözkonusu değil.
Bu durum, kuşku, çaresizlik, ızdırap ve öfke gibi hislere duyarlılık halini de
beraberinde getiriyor. Ve bu hislerden korku, bilhassa erkekte belirginleşiyor ve
bir üste çıkma ihtiyacı olarak ifade bulabiliyor.
Kadınsa, biyolojik olarak farklı.
Ben böyle algılıyorum.
sanırım bazı durumlar ortak, yani kadın ve erkek için aynı,şöyle der gruen "..ebeveynlerımiz ile tahammül edilebilir bır ilişki sürdürebilmek için küçük yaşlarda onları gerçekte olduğu gibi degil, görünmek istedikleri gibi görmeyi öğreniriz. bu şekilde kendi hayatımızı ve hedeflerimizi kaybederek, acımızı dindirmeyi vaat edenlerden çare bekleriz". sanırım bu durum bizi en acı çektiren erkek/kadının peşinden koşmaktan tut niye hitler gibi bir adamın peşinden de gittiğimizi açıklar (elbetteki tek açıklaması değil). ama şöyle de der "kendi çaresizliğimizden duyduğumuz korku biz erkeklerde o kadar mı derindir" buna cevabı evettir.
kusura bakmayın bir alıntı daha, "erkek sevgi istemektedir, ama "üstünlüğünün" kısırdöngüsü onu oğullarına gerçek sevgiyi veremeyen kadınlar yaratmaya itmektedir. bu zaten yeterince kötüdür. fakat, daha da kötüsü uysal olmaları beklenen bu anneler, erkeklere düşmanlıklarını kendilerinden ve dünyadan gizlemek zorunda olduklarından, oğullar son derece çelişkili bir durum içinde kalırlar; anneleri oğullarını kabul ediyormuş gibi görünür, ama gerçekte reddederler. görünüşe bakılırsa soğuk bir anneyle büyüyen bir kız çocuğunun annesiyle ilişkisi, aynı durumdaki bir erkek çocuğa oranla daha açıktır"
bu tabiii ki daha çok tartışılabilir.
saygılar
kusura bakmayın bir alıntı daha, "erkek sevgi istemektedir, ama "üstünlüğünün" kısırdöngüsü onu oğullarına gerçek sevgiyi veremeyen kadınlar yaratmaya itmektedir. bu zaten yeterince kötüdür. fakat, daha da kötüsü uysal olmaları beklenen bu anneler, erkeklere düşmanlıklarını kendilerinden ve dünyadan gizlemek zorunda olduklarından, oğullar son derece çelişkili bir durum içinde kalırlar; anneleri oğullarını kabul ediyormuş gibi görünür, ama gerçekte reddederler. görünüşe bakılırsa soğuk bir anneyle büyüyen bir kız çocuğunun annesiyle ilişkisi, aynı durumdaki bir erkek çocuğa oranla daha açıktır"
bu tabiii ki daha çok tartışılabilir.
saygılar
zuzu
Saygı, sevgi bizden Az. Hoşgeldiniz.az wrote: "erkek sevgi istemektedir, ama "üstünlüğünün" kısırdöngüsü onu oğullarına gerçek sevgiyi veremeyen kadınlar yaratmaya itmektedir. bu zaten yeterince kötüdür. fakat, daha da kötüsü uysal olmaları beklenen bu anneler, erkeklere düşmanlıklarını kendilerinden ve dünyadan gizlemek zorunda olduklarından, oğullar son derece çelişkili bir durum içinde kalırlar; anneleri oğullarını kabul ediyormuş gibi görünür, ama gerçekte reddederler.
Yukarıdaki pasajı yorumlamakta güçlük çektim biraz.
Şöyle soruyorum; erkek nasıl olur da kadın üzerinde bu kadar güçlü olabilir?
Ya da, benzer bir güç acaba annelerin elinde de bulunmuyor mu?
merhaba nermin hanım, sevgiler, saygılar öncelikle
sorularınıza gruen den alıntılarla cevaplamaya çalışacağım, izninizle..
"Güç hırsı erkeğın ruhunu yıkmaktadır. Güçte körlemesine ısrar etmesi, kendisinin ve güçlü varlık imajını desteklemek için yanında ihtiyaç duydığu kadının değerini düşürmektedir. Bu imaj bilinçli veya bilinçsiz şekilde erkeğin benliğinin anlamı haline gelmiştir. Gerçek sevgi oluşamamakta , çünkü kimse yumuşak karnını ortaya çıkartacal davetlere yanaşmamaktadır. İnsan ilişkilerinde, sadece o imajı onaylayan şeyler kabul görmektedir. Herkezin sahip olabileceği kendilik'ten nefret edilir, çünkü kendillik çaresizlik ve acıyı da kapsamaktadır. Gerçek sorumluluktan, kendimizi ve diğerlerini gerçek haliyle tanımaktan kaçınırız. Bilmece içinde yaşıyor gibiyiz, bu da işe yaramayınca öfkelenip öldürüyoruz.
Sürekli kahramanlar aramaktayız. Kahramanımız haline getirdiğimiz erkek veya kadın gerçek insana dönüştüğünde onu terk ederiz. o andan itibaren onu küçümsemeye aşlarız.........
.......
Erkekler bir ikilem içindedir. Kendilerini onaylatmak için son derece ihtiyaç duydukları bir unsur olan kadınlardan korkmaktadırlar. Eşsiz olduğumuzu kanıtlamak ve diğer erkeklere üstünlügümüzü göstermek için bir kadına sahip olma hayaline ihtiyaç duyarız. Buna rağmen, onları nasıl kötüye kullandığımızı saklamak ve kendi aramızdaki rekabetin kazananı olmak için kadını gizliden gizliye hor görürüz.
.......
Öyleyse biz erkekler gerçekte ne istiyoruz? Ne kadar bilinçli ve gerçeğiz? Kendimizi sadece kumanda, hakimiyet ve mülk bizde olduğu zaman mı eksiksiz hissediyoruz? Birinin geçimini sağladığımızda, bu bize sevildiğimize dair güven verir. Ama bunun anlamı bi yandan da baktığımız kişiye hükmetmektir. Bu kişi gücümüzü onaylayarak derinliklerdeki aşagılık duygumuzu su yüzüne çıkartmaktadır. Çünkü himayecılık hususunda sunabildiğimiz olanaklar için sevilmekteyiz, insanlığımız için değil.......
himaye edilmek uğruna diğerinin hükmü altına giren taraf, masrafları artırırken, bakımı sağlayan taraf onu gizlice daha hor görür.Himayeci pozisyonundaki sonuçta diğerini avucunun içine almıştır. Bunlar her iki tarafın gizli silahlarıdır.
( daha ilerleyen bölümlerde bu parçalanmışlıkları sahte sevgi, gerçek olmayan sevgi diye de niteler gruen)
Anneler meselesine gelince;
Olabileceğimiz insana ettiğimiz ihanet yıkıcı güçlerimizin temelini oluşturmaktadır. Bu ihaneti annemizle olan ilişkimiz belirlemektedir.Burada amacım anneleri suçlamak, çünkü anneler, takdir edilen tek gerçekliğin "gücün ifadesi olan kendilik"ten geçtiğini kabul eden babalar ve toplum ile çocuk arasındaki bağ görevini yerine getirmektedir. Bu "gerçek" yüzünden anne çocugunun bağımlılığını kullanma gereksinimini duyar. Ezilen kadın, özellikle de bu ideolojinin etkisi altındaki kadın, kendini yeterince gerçekleştirememesini ve hayal kırıklıklarını çocuklarıyla olan ilişkisini kullanarak hafifletme ve telafi yoluna gidecektir. yani çocuğu üzerinde ve çocuğu vasıtasıyla güç kullanmaya çalışacak, ama bu illaki varolan baskın amacı gizleyen yollardan gerçekleşecektir. Çocuğunu "sevecektir", çünkü onu güç kazanma amacına hizmet eden bir alet olarak kullanabilecektir.
.......
Toplumumuzun bir annede açtığı en derin yara sadece kadının ezilmesi değildir, erkeğin üstünlük efsanesine alet olmak ve kendi değersizliğini kabul etmek zorunda bırakılması da son derece vahimdir.
kendi anladığım haliyle kelimelere dökmeğe cesaret edemediğim için yazardan alıntılamaya devam ettim uzunluğu için kusura bakmayın. saygılar
sorularınıza gruen den alıntılarla cevaplamaya çalışacağım, izninizle..
"Güç hırsı erkeğın ruhunu yıkmaktadır. Güçte körlemesine ısrar etmesi, kendisinin ve güçlü varlık imajını desteklemek için yanında ihtiyaç duydığu kadının değerini düşürmektedir. Bu imaj bilinçli veya bilinçsiz şekilde erkeğin benliğinin anlamı haline gelmiştir. Gerçek sevgi oluşamamakta , çünkü kimse yumuşak karnını ortaya çıkartacal davetlere yanaşmamaktadır. İnsan ilişkilerinde, sadece o imajı onaylayan şeyler kabul görmektedir. Herkezin sahip olabileceği kendilik'ten nefret edilir, çünkü kendillik çaresizlik ve acıyı da kapsamaktadır. Gerçek sorumluluktan, kendimizi ve diğerlerini gerçek haliyle tanımaktan kaçınırız. Bilmece içinde yaşıyor gibiyiz, bu da işe yaramayınca öfkelenip öldürüyoruz.
Sürekli kahramanlar aramaktayız. Kahramanımız haline getirdiğimiz erkek veya kadın gerçek insana dönüştüğünde onu terk ederiz. o andan itibaren onu küçümsemeye aşlarız.........
.......
Erkekler bir ikilem içindedir. Kendilerini onaylatmak için son derece ihtiyaç duydukları bir unsur olan kadınlardan korkmaktadırlar. Eşsiz olduğumuzu kanıtlamak ve diğer erkeklere üstünlügümüzü göstermek için bir kadına sahip olma hayaline ihtiyaç duyarız. Buna rağmen, onları nasıl kötüye kullandığımızı saklamak ve kendi aramızdaki rekabetin kazananı olmak için kadını gizliden gizliye hor görürüz.
.......
Öyleyse biz erkekler gerçekte ne istiyoruz? Ne kadar bilinçli ve gerçeğiz? Kendimizi sadece kumanda, hakimiyet ve mülk bizde olduğu zaman mı eksiksiz hissediyoruz? Birinin geçimini sağladığımızda, bu bize sevildiğimize dair güven verir. Ama bunun anlamı bi yandan da baktığımız kişiye hükmetmektir. Bu kişi gücümüzü onaylayarak derinliklerdeki aşagılık duygumuzu su yüzüne çıkartmaktadır. Çünkü himayecılık hususunda sunabildiğimiz olanaklar için sevilmekteyiz, insanlığımız için değil.......
himaye edilmek uğruna diğerinin hükmü altına giren taraf, masrafları artırırken, bakımı sağlayan taraf onu gizlice daha hor görür.Himayeci pozisyonundaki sonuçta diğerini avucunun içine almıştır. Bunlar her iki tarafın gizli silahlarıdır.
( daha ilerleyen bölümlerde bu parçalanmışlıkları sahte sevgi, gerçek olmayan sevgi diye de niteler gruen)
Anneler meselesine gelince;
Olabileceğimiz insana ettiğimiz ihanet yıkıcı güçlerimizin temelini oluşturmaktadır. Bu ihaneti annemizle olan ilişkimiz belirlemektedir.Burada amacım anneleri suçlamak, çünkü anneler, takdir edilen tek gerçekliğin "gücün ifadesi olan kendilik"ten geçtiğini kabul eden babalar ve toplum ile çocuk arasındaki bağ görevini yerine getirmektedir. Bu "gerçek" yüzünden anne çocugunun bağımlılığını kullanma gereksinimini duyar. Ezilen kadın, özellikle de bu ideolojinin etkisi altındaki kadın, kendini yeterince gerçekleştirememesini ve hayal kırıklıklarını çocuklarıyla olan ilişkisini kullanarak hafifletme ve telafi yoluna gidecektir. yani çocuğu üzerinde ve çocuğu vasıtasıyla güç kullanmaya çalışacak, ama bu illaki varolan baskın amacı gizleyen yollardan gerçekleşecektir. Çocuğunu "sevecektir", çünkü onu güç kazanma amacına hizmet eden bir alet olarak kullanabilecektir.
.......
Toplumumuzun bir annede açtığı en derin yara sadece kadının ezilmesi değildir, erkeğin üstünlük efsanesine alet olmak ve kendi değersizliğini kabul etmek zorunda bırakılması da son derece vahimdir.
kendi anladığım haliyle kelimelere dökmeğe cesaret edemediğim için yazardan alıntılamaya devam ettim uzunluğu için kusura bakmayın. saygılar
zuzu
Az,
Genelde insana Jung psikolojisinin penceresinden
bakma eğilimindeyim.
Adler'i de okudum, o da sosyal alanın güç oyunlarıyla
fazlasıyla ilgilidir.
Gruen'i bir bakıma Adler'in takipçisi olarak düşünmek
mümkün mü?
Bunları yazmamın nedeni, çeşitli dönemlerde hayranlıkla
okuduğum birçok yazar bulunmakla birlikte yıllar içinde
ne zaman daha kapsamlı, daha çok soruyu yanıtlayan bir
perspektif arasam bunu Carl Jung'da bulmuş olmam.
Sizin ya da benim belki daha mütevazi fikirlerimize gelince,
kendi hayat deneyimlerimize dayandıkları için bu forumlarda
belki çok daha kıymetliler. Hürmetler.
Genelde insana Jung psikolojisinin penceresinden
bakma eğilimindeyim.
Adler'i de okudum, o da sosyal alanın güç oyunlarıyla
fazlasıyla ilgilidir.
Gruen'i bir bakıma Adler'in takipçisi olarak düşünmek
mümkün mü?
Bunları yazmamın nedeni, çeşitli dönemlerde hayranlıkla
okuduğum birçok yazar bulunmakla birlikte yıllar içinde
ne zaman daha kapsamlı, daha çok soruyu yanıtlayan bir
perspektif arasam bunu Carl Jung'da bulmuş olmam.
Sizin ya da benim belki daha mütevazi fikirlerimize gelince,
kendi hayat deneyimlerimize dayandıkları için bu forumlarda
belki çok daha kıymetliler. Hürmetler.
sevgili ercan
bi şeylere birinin penceresinden bakmak! değil di amacım, sadece konu üzerinde ilginç, ama bi konuda haklısın, yakında gelen bir düşünceleri paylaşmak istemiştim, sanırım herkezin yaşam deneyleri birilerini yakın ya da uzak algılamalarına neden oluyor, bunda tuhaflık yok. ama ben insana birilerinin penceresinden çok, ukalalık saymazsanız kendi penceremden bakmayı benimsiyorum, diğerleri benzer konularda benzer şeyleri hissetmemdendir. unutmadan her konuda aynı şeyleri düşündüğümü de sanmıyorum. böyle ne bir yazar ne bir düşünür var, tabii ki benim için, maksat bir şeyleri tartışıyor olmak, o da mümkün se, saygılar
bi şeylere birinin penceresinden bakmak! değil di amacım, sadece konu üzerinde ilginç, ama bi konuda haklısın, yakında gelen bir düşünceleri paylaşmak istemiştim, sanırım herkezin yaşam deneyleri birilerini yakın ya da uzak algılamalarına neden oluyor, bunda tuhaflık yok. ama ben insana birilerinin penceresinden çok, ukalalık saymazsanız kendi penceremden bakmayı benimsiyorum, diğerleri benzer konularda benzer şeyleri hissetmemdendir. unutmadan her konuda aynı şeyleri düşündüğümü de sanmıyorum. böyle ne bir yazar ne bir düşünür var, tabii ki benim için, maksat bir şeyleri tartışıyor olmak, o da mümkün se, saygılar
zuzu
Az ve Ercan,
Bazılarımız yeni bir tanımlamaya rast geldiğimizde, bunu önceden
bildiklerimizle karşılaştırma ihtiyacı duyuyoruz.
Sözgelimi, Freud nerede bitiyor, Adler nerede başlıyor gibi.
Yoksa yeni bilgi bir boşluk hissi oluşturabiliyor.
Belki de bu durum düşünsel alışkanlıklarımızdan kaynaklanıyor?
Bazılarımız yeni bir tanımlamaya rast geldiğimizde, bunu önceden
bildiklerimizle karşılaştırma ihtiyacı duyuyoruz.
Sözgelimi, Freud nerede bitiyor, Adler nerede başlıyor gibi.
Yoksa yeni bilgi bir boşluk hissi oluşturabiliyor.
Belki de bu durum düşünsel alışkanlıklarımızdan kaynaklanıyor?
merhabalar
belki de haklısınız dır, herkez benim kadar dil konusunda titizlik etmeyebilir, ifadeler önemli geldiği için böyle yazma gereği duymuştum, yani nüanslar ya da detaylar önemli ! geçmiş yıllarda hertürlü platformda insanlar belki de işi daha kolaylaştırıdıklarını düşündükleri için düşünce biçimlerinin dayandıkarı temeli açıklama gereği duyuyorlardı, ancak bu insanların karşısındakini dinlemekten çok dayandığı temele bakarak değerlendirmelerine yol açıyordu diye düşünüyorum, elbette etkilendiklerimiz daha çok etkilendiklerimiz mevcut, ama unutmamalıyızki yazı yazandan çıkınca biraz da okurun algısına bağlı olarak ister istemez değişir. Amacım dildeki masumane ifadelerin insanı nasıl da kategorize ettiğine dahası sınırladığına işaret etmekti. Ancak herşey gibi bu söylediklerim de izafi.. yoksa herkez kendini ifade etmek istediği gibi eder pek tabii ki, velhasılı haklısınız nermin hanım ve ercan bey, saygılar efendim
belki de haklısınız dır, herkez benim kadar dil konusunda titizlik etmeyebilir, ifadeler önemli geldiği için böyle yazma gereği duymuştum, yani nüanslar ya da detaylar önemli ! geçmiş yıllarda hertürlü platformda insanlar belki de işi daha kolaylaştırıdıklarını düşündükleri için düşünce biçimlerinin dayandıkarı temeli açıklama gereği duyuyorlardı, ancak bu insanların karşısındakini dinlemekten çok dayandığı temele bakarak değerlendirmelerine yol açıyordu diye düşünüyorum, elbette etkilendiklerimiz daha çok etkilendiklerimiz mevcut, ama unutmamalıyızki yazı yazandan çıkınca biraz da okurun algısına bağlı olarak ister istemez değişir. Amacım dildeki masumane ifadelerin insanı nasıl da kategorize ettiğine dahası sınırladığına işaret etmekti. Ancak herşey gibi bu söylediklerim de izafi.. yoksa herkez kendini ifade etmek istediği gibi eder pek tabii ki, velhasılı haklısınız nermin hanım ve ercan bey, saygılar efendim
zuzu